DerlediklerimizGüncel

Ayfer Polat | “1 Mayıs’ta birlik, mücadele ve dayanışmayı büyütelim”

"Sokak ve meydanlarda nasıl ki 8 Mart ve Newroz'u kazandıysak sokağın ve meydanların diline, çağrısına kulak kabartarak 1 Mayıs'ı da kazanacağız"

Mayıs ayı yaklaşırken 8 Mart’ın ve Newroz’un verdiği umutla işçi sınıfı ve ezilenler alanları bir kez daha talepleriyle doldurmaya hazırlanıyor.

1 Mayıs sadece ülkemizde değil bütün dünyada aynı coşku ve öfkeyle karşılanacak. Geçtiğimiz yıl pandemi tedbirlerine rağmen dünya halkları alanları doldurmaktan nasıl geri durmadıysa bu yıl da yeniden alanları dolduracak ve talepleri için haykıracak.

Yok sayılmaya karşı LGBTİ+lar, artan yoksulluğa karşı işçi ve köylüler, katliamlara karşı kadınlar, milliyetçiliğe karşı ezilen milliyetler, doğanın talanına karşı suyuna-dağına-taşına sahip çıkanlar alanlarda olacak. Bu kimliklerin her birinin birbiriyle kesiştiği bir gerçeklikle ve hep beraber olmadan hiç birşeyin kazanılamayacağı bilinciyle alanlarda olan halkımız faşizme karşı birleşerek mücadelesini büyütüyor.

İş cinayetlerinin ve hak gasplarının hızlıca arttığı ülkemizde bir de pandemi süreciyle eve kapanmalar arttı. Bu süreçten en ağır etkilenenler kadınlar, göçmenler ve LGBTİ+lar oldu. Bırakalım güvenceli bir işi açık bir kimlikle güvencesiz bir iş bile bulamayan LGBTİ+lar, bu süreçte en çok baskı gördükleri aile evlerine dönmek zorunda kaldılar. Uğradıkları şiddet ise daha görünmez hale geldi.

Göçmenler, ucuz ve güvencesiz işlerde -tabi bulabilirlerse- çalışıyor ve bu cenderede kimsenin haberi dahi olmadan öldürülüyorlar. Kadınlar, eğer tanımlı bir işte çalışıyorlarsa bu süreçte ya işlerini kaybettiler, ya uzun saatlerce ve pandemiye karşı tedbirsiz ortamlarda çalışmak zorunda kaldılar ya da evden çalışma ile sömürünün katmerlendiği bir duruma düştüler.

Faşist iktidarın bir icadı daha: ‘Uzaktan çalışma yönetmeliği’

Bir yılı aşkın süredir pandemi koşullarında yaşamını sürdürmeye çalışan halk, sömürüyü katmerleyen “uzaktan çalışma yönetmeliği”yle nihayet tanıştı. Mümkün olan bütün işlerde evden/uzaktan çalışma pandemi ile birlikte fiilen geçilen ve güya emekçileri “koruyan” bir yöntem olarak uzun süredir muğlak biçimde devam ediyordu.

İşçi ve patron sanki eşit konumdaymış, eşit şartlarda pazarlık yapma şansına sahipmiş ve tüm iş ilişkilerini birlikte konuşup pazarlık ederek düzenliyormuş gibi bir bakış açısı ile hazırlanan yönetmelik patronların talepleri doğrultusunda, uygulamada süren muğlaklığı patron lehine aynen pekiştirdi.

Evden çalışma ile patronlar her işi “acil” hale getirdi. Ayrıca çalışma mekanı ve gereçlerinin masrafları da işçi ve patron arasındaki sözde “gönüllü” anlaşmaya bırakıldı. 7/24 ve öğle yemeğini dahi vermeden sömürülmenin adı yönetmelik oldu. Eve hapsedilmeye çalışılan kadınlar, bu süreçle birlikte iyice eve hapsedilmiş oldu. Bunun dışında zaten kadınların ev içindeki emeği tanımsız.

Dışarıda bir işte çalışmıyorsa kadınların ev içindeki emeği hiç bir biçimde görülmüyor. Oysa pandemiyle birlikte dışarıda çalışanıyla, çalışmayanıyla kadınların omuzlarındaki bakım emeği yükü de arttı. AKP/MHP faşist ittifakıyla örgütlenme koşullarının tamamen ortadan kaldırıldığı koşullarda işçi sınıfı, uzaktan çalışma ile daha da güvencesiz ve sömürülen bir konuma getirildi.

Ev içi emeğin tanımlanmadığı koşullarda, ev içi işlerinin dışında da çalışan en az 30 emekçi kadın iş yerinde yaşanan taciz vb. nedeniyle son sekiz yıl içerisinde mobbing vb. nedenlerle intihar etti. Toplam işçi ve emekçilerin intihar sayısı 500’ün üzerinde. Borç, işsizlik, mobbing ve daha birçok sebeple yaşanan bu intiharlar burjuva-feodal sistemin işlediği cinayetlerdir.

Aşılamanın yapılmaması, büyük üretim yerlerindeki güvencesiz ve tedbirsiz çalıştırılma nedeniyle bir işçi sınıfı hastalığı konumuna gelen Covid salgını artarken iş cinayetlerinin sebebi yüzde 50 oranında Covid oldu. Bütün bu duruma karşı Migros depo işçilerinden SİNBO’ya, 1 Mayıs 2020’den belediye işçilerinin grevlerine tacize, emek sömürüsüne, güvencesiz çalışmaya karşı bütün eylemleri militanlaştırmak bir görev olarak önümüzde duruyor.

Köylere dönüş yok, metropollere zorunlu göç var!

Kemalist faşist diktatörlükten AKP/MHP faşist ittifakına uzanan süreçte köylük kesimler “milletin efendisi” denilerek sömürülmeye devam ediyor. Köyde ağanın zulmünden kaçıp metropole gelenlerin patron zulmüyle karşılaşması arasında TC devleti hep bir köprü görevi gördü.

Açlık, yokluk ve yoksunluk sebebiyle göç yoksa köyler “terör” denilerek boşaltıldı. En son, emperyalist politikalara uygun olarak küçük köylülüğü bitirme ve tarımı tekellere pazarlamayı amaçlayan uygulamalarla köylük alanlardan metropollere göç hızlandı. Köylük alanlardaki genç nüfusun azalmasıyla her türlü güvencesiz koşulda çalıştırılan mevsimlik işçi sayısı arttı. Köylerinde kalmakta direnenler ise devlet terörünün başka bir biçimi olan doğa katliamlarına karşı direnmek zorundalar.

Karadeniz’de, Ege’de, T. Kürdistanı’nda ve Akdeniz’de HES-JES projeleriyle, altın, taş ve kum ocaklarıyla, turistik amaçlı sözde peyzaj düzenlemeleriyle gasp edilip tekellere satılmayan alan neredeyse kalmadı. Siyanür vb. zehirlerle maden aramanın yanında betonlaşmayla birlikte halkın kültürel değerleri de gasp ediliyor.

Bir yandan gerillaya dönük saldırılar düzenleyip “terör” bahanesiyle köyleri boşaltan devlet, diğer yandan gerillanın olmadığı alanlarda elini kolunu sallaya sallaya halkın doğal ve kültürel değerlerini maden şirketlerine peşkeş çekiyor. Metropollerde yeni bir yaşamın yükünün altında ya da köyünde direnmenin de en önünde yine hem ataerkiye hem de onun örgütlü gücü devlete rağmen kadınlar yer alıyor. Göçün bütün yükünü çeken kadınlardan köylük alanlarda taşını, toprağını, suyunu savunan kadınlara bu tabloyu tersine çevirecek olan birleşik mücadele olacaktır.

Yükselen bu öfke faşizme karşı örgütlenmeli

Tek sorunu içte zorunlu göç olmayan ve Ortadoğu’nun hemen her yerinden sığınmacıların geldiği ülkede durum gittikçe kötüleşiyor. Faşizmin sıradanlaştırılıp günlük hayatın bir parçası haline getirildiği bir coğrafyada savaştan ve ölümden kaçıp yeni bir yaşam arayışıyla kendisini TC sınırlarından içeriye atanlar hem devletten hem de onun halk içerisine sirayet etmiş şovenizmin etkilerinden payını alıyor.

Sığınmacılar bir yandan sınırdışı edilme korkusuyla haklarını talep edemezken diğer yandan sayılarıyla birlikte öfkeleri de artıyor. Ucuz ve güvencesiz çalıştırılan, yeni doğan bebeği dahi sağlık hakkına erişemeyen sığınmacıların kısık kalan sesi gün geçtikçe yükseliyor. Ancak bu ses Türkiyeli işçi ve emekçilerin sesiyle birleşmediği sürece biri diğerinden çok ve aynı düşman tarafından sömürülen ancak birbirine düşman, iki ayrı kutupmuş gibi görünen ancak aslında aynı tarafta olan ezilenler olarak kalacaklar. Burada esas görev ise her taraftan yükselen bu öfkeyi doğru hedefe kanalize edebilmek için devrimci ve komünistlere düşmekte. Bu anlamıyla kadın ve LGBTİ+ hareketinden öğrenilecek çok fazla şey var.

İstanbul Sözleşmesi eylemlerinden fabrikaların önündeki direnişlere, doğa talanına karşı yol kesmelerden Boğaziçi Direnişine, 8 Mart’tan madenci yürüyüşlerine, Onur Yürüyüşünden Newroz’a gelen süreçte halk eve kapanmak yerine isyanda oldu.

Bu isyanların sokakla buluşmasında birleşik mücadele hattının önemli bir payı oldu. Şimdi de birleşik mücadeleninin açmış olduğu bu yolda 1 Mayıs’a doğru yol alırken özgürlüğü kazanmak işçi patronları, tacizci ve tecavüzcüleri, homo/transfobik saldırganları, bunları koruyan kolluk güçlerini ve kurumları, örgütlü güçleri olan devleti hedef alacak eylemlerimizi arttırmalıyız, arttırabiliriz, arttıracağız.

Sokak ve meydanlarda nasıl ki 8 Mart ve Newroz’u kazandıysak sokağın ve meydanların diline, çağrısına kulak kabartarak 1 Mayıs’ı da kazanacağız.

Yeni Özgür Politika 18 Nisan 2021 Pazar 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu