DerlediklerimizGüncel

Fehim Taştekin | Komşulukta Kürtler ‘sıfır çarpan’ olmak zorunda mı?

"Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Esad ile el sıkışacaksa 2011 öncesi statükonun mutlak surette garanti edilmesini istiyor. Rusya ve İran’ın çözüm önerisinden gidip sınırların Suriye ordusuna bırakılmasını da Kürtlerin statü kazanma ihtimalini ortadan kaldırmadığı için hileli buluyor"

Türkiye’nin Kürtlerle ilgili ‘çözümsüzlük siyaseti’ sadece komşuları Suriye, Irak ve İran değil Rusya ve ABD ile ilişkilerinde de kendi kendini rehine kılan bir düğüm işlevi görüyor. Son yılların ihtiraslı tercihleriyle farklı hatlarda raydan çıkartılan trenleri yoluna koyma girişimlerinde bir ön şart olarak Kürt dosyası masaya iniyor. Düşmanlık diliyle.

Koca bir ülkeyi El Kaide havuzundaki cihatçılara hami durumuna sokan takıntılı Suriye siyasetinden geri dönüş de önemli ölçüde Fırat’ın doğusunda Kürtlerin liderliğinde şekillenen özerk yapının dağıtılması hedefine bağlandı. Astana-Soçi ve Cenevre süreçlerinde siyasi çözümün önüne çakılan takoz da bu.

Sadece Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekâtlarıyla tutulan bölgelerde değil İdlib’deki oyunun bir yüzünde de Kürtlerin kazanımlarını sıfırlayacak fırsatları yakalama beklentisi var. İdlib’de Ruslara verilecek bir tavizin karşılığı, Afrin için geri besleme hattına dönüşen Tel Rıfat ve Fırat’ın batı yakasındaki Menbic’de aranıyor. Tel Rıfat Kürtlerin sürüldüğü Afrin’deki operasyonun devam sahnesi. Menbic ise Fırat’ın doğusuna yönelik öngörülen harekâtın giriş sahnesi.

Kendi içinde çözülmeyen Kürt sorunu Türkiye’nin elini kolunu bağlamakla kalmıyor komşuluk ilişkilerini de zehirliyor. Son birkaç haftada yaşanan gelişmeler bu açmazı daha da netleştirdi.

Suriye Devlet Başkanı Beşşar el Esad 8 Mayıs’ta gazetecilerle sohbetinde Türkiye ile askeri ve istihbarat düzeyindeki temaslara değinip, “Türkiye önemli bir ülkedir ve Türkiye ile işbirliğine açığız. Suriye çıkarlarına uygunsa ve egemenliğine helal gelmeyecekse Erdoğan ile de görüşülebilir” demiş. Diyalogu aktaran Aydınlık yazarı Mehmet Yuva’ya göre Esad’ın söylediği (bire bir alıntıyla) şu:

“Türkiye tarafı ile sadece Rusya ve İran üzerinden görüşmüyoruz. Türk ve Suri subayları, birçok noktada buluştu ve görüştü. Bu görüşmelerin en önemlisi Kesab’da (Hatay Yayladağı Hudut Kapısı-Lazkiye Kesab Hudut Kapısı) gerçekleşti. Suri heyeti MİT Müsteşarı Hakan Fidan ile Tahran’da görüştü. Türk subayları ülkemizde olup bitenle ilgili Türk siyasetçilerden daha duyarlı ve anlayışlı. Erdoğan hükümetinde Suriye konusu ile ilgili ciddi fikir ayrılıkları var.”

Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyindeki özerk yapılanmayı süpürme tehdidi ilk bakışta Kürtleri Şam’la uzlaşmaya mecbur ettiği için Suriye yönetimi açısından belki kullanışlı gözüküyor. Fakat bu tehdit, ABD’nin bölgeden çekilme planını değiştirdiği için de Suriye için durumu daha da zorlaştırıyor.

Şam yönetimi Türkiye’den de bir an önce çekilmesini bekliyor. Türkiye, Kürtlerin başı önlerine düşmeden Suriye’den çekilme ve silahlı örgütlerin fişini çekme niyetinde değil. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Esad ile el sıkışacaksa 2011 öncesi statükonun mutlak surette garanti edilmesini istiyor. Rusya ve İran’ın çözüm önerisinden gidip sınırların Suriye ordusuna bırakılmasını da Kürtlerin statü kazanma ihtimalini ortadan kaldırmadığı için hileli buluyor. “Benim tanımadığım hakları sen de tanıyamazsın!” dayatması her düzeyde karşımıza çıkıyor.

Irak ve Suriye’de ‘Yeni Osmanlı’ rüyalarına kabus olan İran’a karşı yaklaşım bölgedeki yeni dengeler ışığında değişirken bu fasılda da Kürtlere ‘uğursuz’ bir parantez açılıyor.

ABD’nin İran’ı abluka ve ambargo kıskacına alması karşısında Türkiye, Tahran’a nefes aldırabilecek bir kanal olarak öne çıkıyor. Komşunun komşuyu kayırmasından daha doğal bir şey yok ama bu yakınlaşmanın da Suriye’deki pazarlıklara yansımalarını görüyoruz.

Son İdlib operasyonunda İran bağlantılı unsurların Rusya ve Suriye güçlerine eşlik etmemesi muhtemelen bu yeni durumla ilgili. İranlı kaynaklara göre 17 Nisan’da Esad’ın mesajlarını Ankara’ya getiren İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’le Kürt pazarlığı yapıldı. ‘Türkiye yaptırımlar karşısında İran’ı kollayacaksa İran da Suriye’de Türkiye’nin çıkarlarını dikkate alacak ve yeni Suriye’nin inşasında Kürtlere statü verilmemesi konusunda Şam’daki etkisini kullanacak.’ Beklenti özetle böyle.

İran’ın önceliği, Türkiye’nin istediği şekilde bir çökertme değil, ABD’nin Suriye’den çekilmesi. Malum ABD, İran’ın işini zorlaştırmakta kararlı gözüküyor. Sözgelimi Irak üzerindeki etkisini kullanarak El Bukemal-Kaim sınır kapısının açılmasını engelliyor. Amerikalılar bu şekilde İran’ın Irak üzerinden Akdeniz’e kadar bir koridor açmasını önlediklerini düşünüyor.

Suriye’de Ankara ile gerilim yaşayan ABD için en çıkar yol, Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile Türkiye’yi aynı arabaya koşmak! Afrin senaryosunu Fırat’ın doğusuna taşımak isteyen Türkiye, ABD’den icazetle bir tampon bölge oluşturma hedefine ulaşamadı. Bu plan yürümeyince alternatif olarak Washington’ın bölgedeki çıkarlarını ve hedeflerini gözetecek ama Kürtlere de dokunmayacak cerrahi bir Türk konuşlanması öne çıkarıldı. Bu noktada ABD’nin teşvikiyle MİT’in Halk Koruma Birlikleri (YPG) ile ­temasa geçmiş olması çok da mantıksız değil.

Konuştuğumuz Kürt kaynaklar MİT ile görüşmeyi inkâr etse de esas bunun olmaması şaşırtıcı gelirdi. İmralı’da Abdullah Öcalan’la görüşme yapılması ve Rojava’da Türkiye’nin hassasiyetlerinin gözetilmesi yönünde bir mesajın çıkartılması pazarlık kapısının aralandığını gösteriyor.

Erdoğan’ın Kürt çıkmazı sadece sınırların altında değil üstünde de kendini yolun sonuna getirdiği için ABD’nin Kürtlerle kanal açmasını pekâlâ işlevsel görmüş olabilir. Kürtlerin ne istediği ya da Ankara’nın niyetinin ne olduğu bir kenara ABD izlediği mevcut politikayla hem NATO müttefikiyle ilişkileri kötü bir yere götürdü hem de Fırat’ın doğusundaki nüfuz alanında Kürtleri çözümsüzlüğe sürükledi.

Bir tarafta Kürtlerin Şam’la müzakere şansını baltalıyor. Diğer yandan Suriye’ye yönelik yaptırımlarla fiili özerk bölgeyi ekonomik olarak çıkmaza sokuyor. Suriye’ye dayatılan yaptırımlar Haseke ve Deyr el Zor’dan çıkartılan petrolün hükümetin kontrolündeki bölgelere gitmesini de sekteye uğratıyor. Bu, Fırat’ın doğusundaki projeyi en önemli gelir kaynağından mahrum etmek anlamına geliyor.

Suriye devletiyle bağlar, fiili özerk bölge için ekonomik ve mali kanalların açık kalmasına yarıyor. ABD’nin arzuladığı şekilde bu bağlar koptuğunda Türkiye ve Irak Kürdistan’ı olmadan Fırat’ın doğusu boğulmaya mahkum. Türkiye’nin Kürdistan bölgesiyle iyi ilişkilerinin şartı da Rojava’nın sıkboğaz edilmesiydi.

Kürdistan’daki bağımsızlık referandumuyla oluşan gel-gitlere rağmen bu denklem değişmedi. ABD, Türkiye ile sorunlarını aştığı takdirde şimdilik IŞİD’le mücadeleyle tanımladığı ‘Kuzey Suriye’ entitesiyle ilgili tasavvuruna ‘Şam’la hesaplaşma’ boyutu katabilir. Türkiye’nin bu şekilde ABD ile Suriye’de ortaklığa girmesi İran ya da Rusya’nın takip ettiği senaryoya tamamen ters.

İran ve Rusya’nın bu bölgeye yaklaşımı aksi bir sonucu gerektiriyor: Türkiye için güvenlik sorunu oluşturmadan Kürtlerin Şam’la ortaklaşması. Bu ortaklaşma Kürtler namına sıfır toplamlı bir sonuçla mümkün değil.

O yüzden Ruslar Adana Mutabakatı’nı devreye sokup meseleyi ‘milli güvenlik tehdidi’ bağlamından çıkarmayı ve Kürtlerin haklarını eksik de olsa tanıyacak siyasi bir çözüme ulaşmayı önceliyor. Türkiye’nin inadının tuttuğu yerde Rusya’nın çıkmazı başlıyor. Moskova Türkiye’yi kaybetmeme kaygısı ile Kürtleri kazanma çabası arasında bocalıyor.

Türkiye’nin Kürt çıkmazı Suriye ile sınırlı değil. Irak’la yeni bir sayfa açma girişimleri yine Kürtlerle bağlantılı hesaplar nedeniyle yol alamıyor.

 

Bağdat’la kriz konusu olan Başika üssünde Türk askerini tutma ısrarı, Musul’un geleceğinde söz sahibi olma hesabından çıkarak PKK’yi Suriye-Irak hattında kesme stratejisiyle ilintili hale geldi. “İkinci Kandil olmayacak” diye hedefe konulan Ezidi yurdu Şengal ile 1990’larda köyleri yakılmış Kürtlerin sığınağı Mahmur’u baskılamak için Türk askeri varlığı daha da güneye sarktı. Habur’a paralel Ovaköy’den sınır kapısı açma projesi de hem Kürdistan’ı baypas etme hem de Suriye-Irak arasında Tel Afer ve Musul’a kadar inen hattı ‘güvenli bölgeye’ dönüştürme planına dayanıyor. Kapıyı Musul’a bağlayacak güzergâh basitçe bir karayolu olmayacak.

Bu güzergâh Türkiye’yi derinlemesine ‘operasyonel güç’ haline getirecek. Erdoğan bütün bu hedefleri içerecek bir askeri ve güvenlik anlaşması için Bağdat’ı masaya çekmeye çalışıyor. Irak Başbakanı Adil Abdülmehdi’nin 15 Mayıs’taki Ankara ziyaretinde bu anlaşmanın altyapısı için MİT Başkanı, Dışişleri Bakanı ve Savunma Bakanı’nın Iraklı muhataplarıyla temasa geçmesi öngörüldü. Bağdat’taki değerlendirmelerin farklı olması hasebiyle bu sürecin ağırdan alınması muhtemel.

Türkiye komşularla köprüleri yeniden kurmak istiyorsa işin başında sürdürülebilir bir tercihte bulunmak durumunda: Kürtleri kaybederek kırılgan bir normalleşme mi yoksa Kürtleri kazanarak kalıcı bir normalleşme mi? Başlatılan diyalog bile Kürtleri kazanımlarından vazgeçirme niyetiyle kurgulanıyorsa her şey beyhude.

23 Mayıs 2019 Gazete Duvar

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu